27 Kasım 2013 Çarşamba

İyi dokunma, kötü dokunma, gizli dokunma: Bedenin sana ait!


Çocuklarınıza mutlaka bu yazıyı okuyun/okutun ya da onlarla benzer konuşmalar yapın. Çocukları bilinçlendirmek, çocuk istismarını önlemede çok önemli. Yazı sevgili Çocuk ve Genç Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı, Prof.Dr. Ayten Erdoğan'a aittir. 

İyi dokunma, kötü dokunma, gizli dokunma: Bedenin sana ait!

Öncelikle, kimlerin sana dokunabileceğine, öpebileceğine ve sarılabileceğine senin karar verme ve “hayır” deme hakkın olduğunu asla unutma!

Birisi sana uygunsuz biçimde dokunduğunda:

“Hayır” de ve o kişiye yaptığından hoşlanmadığını, dokunmasını istemediğini söyle.

Hızla o kişiden uzaklaş. Hoşlanmadığın bir şekilde sana dokunan kişiden kaç. Bir daha bu kişiyle asla yalnız kalma.

Yardım iste. Çığlık atabilirsin.

Kendine inan. Sen yanlış birşey yapmadın.

Birisi sana uygunsuz bir şekilde dokunursa, olan biteni güvendiğin birine anlat. Tehditlerin seni korkutmasına ve sessiz kalmana neden olmasına izin verme.

Birisi sana dokunur ve bunu aranızda sır olarak saklamanızı isterse kendine şu soruyu sor: “Bu sırrı saklamak beni rahatsız ediyor mu?” Seni rahatsız eden hiçbir sırrı saklama. Anne-babana, bir akrabana, öğretmenine, doktoruna ya da güvendiğin başka bir yetişkine durumu anlat. Anlattığın kişi sana inanmazsa, güvendiğin bir başka kişiyle konuş, birisi sana inanıp yardım edene kadar vazgeçme.

Tehdit veya tacizde bulunan kişiden uzak durmak için elinden geleni yap. Kendini rahatsız veya güvensiz hissetmene neden olacak biçimde sana dokunan kişi ile yalnız kalma.

İyi dokunma
Sevdiğin kişilerin sarılması ve öpmesi güzel birşeydir. Örneğin: Uyandığında annenin sana sarılması ve öpmesi. Babanın iyi geceler dilmek için sarılması ve öpmesi. Anneanne ve büyükbabanın ziyarete geldiklerinde herkesin birbirini kucaklaması ve öpmesi.

Kötü dokunma
Kendini rahatsız hissetmene neden olan dokunmalar genellikle kötü dokunmalardır. Birisi sana istemediğin bir şekilde dokunduğunda bunu gizlemek zorunda değilsin. Kendinin kötü olduğunu düşünme. Kötü olan sen değil, sana kötü bir şekilde dokunan kişidir. Bedenin sana aittir. Sen istemiyorsan kimse sana dokunamamalıdır. Kötü dokunmanın ne olduğunu bilmek ister misin?

Canını acıtan dokunma kötü dokunmadır.

Dokunulmasını istemediğin halde sana dokunulursa bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi kendini rahatsız hissetmene neden oluyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Dokunma senin korkutuyor ve sinirlendiriyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Birisi seni kendisine dokunmaya zorluyorsa bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi bunu hiç kimseye söylememeni istiyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi bunu başkasına söylersen sana bir zarar vereceği tehdidinde bulunuyorsa bu kötü bir dokunmadır.

Maalesef bazı yetişkinler onlara duyduğun güveni kötüye kullanabilirler. Yanlış yapan sen değil, istemediğin bir biçimde sana dokunan kişidir. Cinsel taciz daha büyük, daha yaşlı, daha güçlü kişilerin işlediği bir suçtur.

Kendini suçlama ve kimsenin de seni suçlamasına izin verme.


(Alıntıdır)

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Dün Bugün

kaybedince 25 tl ye yenisini aldığım bir Alcatel cep telefonum vardı, mini buzdolabı modunda... sonra şarjı hiç bitmeyen her yerde çeken bir nokia 5110 um vardı sanırım 70 - 80 tl bir şeydi. simdi 69.90 a samsung galaxy s4 afilli kılıfı satıyorlar, peh peh peh ! şüphe yok ki memleket zenginleşmiş!

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Demokratik haklarımızla seçtiğimiz parti!

Gezi eylemleri vasıtasıyla hükümetin istifasını isteyen kitleye cevaben milli iradeye saygı göstermiyorsunuz, biz demokratik hakkımızı kullanarak oylarımızla AKP yi seçtik gibi yorumlar okuyorum sosyal medyada. 

Olan bitenlerin içler acısı adaletsizliğini, hükümetin kibirli ve tek bir kişiye bağlanmış tutumunu bir kenara bırakıyorum, demokrasinin ne demek olduğunu bilmeyen ve şu anki hükümetin demokrasinin bir sonucu olarak ülkeyi yönettiğini savunanlar olduğu için, şu anki durumun demokrasi ile neden alakası olmadığını kendimce izah etme ihtiyacı hissetim.

Şu anki yönetimimiz çoğunluk hükümetidir. Oylarda yapılan oynamaları bir kenara bırakırsanız en çok oy alan parti hükümeti kurmuştur. Bu tamam! Ancak oy oranlarına göre meclise vekil yerleştirildiği için meclis koltuklarının %60 ından fazlası tek bir partinin millet vekillerine aittir.

Bunun demokratik olduğunu savunanlar için izah etme gereği duyuyorum, demokrasi her grubun (siyasi görüş, yaşam tarzı, inanç, vb.) mecliste eşit olarak temsil edilebilmesidir.

Koltukların %60 ından fazlasının AKP ye ait olduğu, AKP nin her önerisinin "şıp" diye kabul edildiği, öte yandan halkın geri kalan kesimini temsil(!) eden diğer partilerin (aralarında dayanışmaya gitseler bile) hiç bir önerilerinin kabul ettiremedikleri bir meclis kesinlikle demokrasinin bir ürünü değildir.

Gezi olayları vasıtasıyla TBMM nin twitter hesabını da takip etme fırsatı bulduk bir çoğumuz.

Sadece oradaki mesajları takip ettiğinizde bile aslında AKP nin seçmeninden geriye kalan hadi diyelim %50 nin hiç bir şekilde temsil edilmesine imkan kalmadığı çok açıktır.


Twitter' dan almış olduğum aşağıdaki mesajları incelerseniz ne demek istediğim daha da iyi anlaşılacak. Lütfen sadece önerilen konu başlıklarına dikkat edin. (Twitterdan aldığım için en alttan yukarı doğru okumanız gerekiyor.)



Toplumsal duyarlılık gerektiren bu konular benim için önemli, eminim bir çoğunuz için de önemli. Bu konulara ışık tutacak herhangi bir çalışmanın ve düzenlemenin anında reddedilmesi hangi vicdanının eseridir bilemiyorum. Ancak sadece oy kullanmamıza izin verilmiş olması demokratik bir hak elde ettiğimizin göstergesi değildir. 

Olması gereken daha düşük bir seçim barajı ile, çoğunluğa bakılmaksızın herhangi bir partinin ezici güç oluşturmasına izin vermeyecek bir koltuk paylaşımı ile, partilerin diğer partilerle yani diğer partilerin seçmenlerinin ihtiyaçları ile de uzlaşmaya teşvik edilmesidir.

Ancak bu sağlandığında demokratik bir hükümet ve meclis oluşumundan bahsedilebilir.

O zamana kadar sokak kanunları ile yönetilen bir ülke olmaya devam!


7 Haziran 2013 Cuma

Direnişi Anlamak

Özgür olmak zor iştir. Akıl ister, sorumluluk ister, yürek ister. Bu nedenle bir kısmımızın sorgusuz sualsiz biat edecek yöneticiler aramaları, bulduklarında da ona yapışıp kalmaları, ne yapacağımızı söylesin diye ağzının içine bakmalarına çok şaşırmıyorum. Bunlardan sıyrılıp ben doğruyu yanlışı ayırt edebilirim diyenlere azınlık veya çapulcu deniyor artık.

Taksim Gezi Parkı' ndaki direnişi anlayabilmek için korkmadan çekinmeden 1-2 saat gidip orayı görmek, orada kamp kurmuş nöbet tutan vatandaşlar ile bir iki kelime sohbet etmenizi öneririm. Medyadan haber alamadığınız, yapılan haberler de sadece direnişi kötü göstermeyi hedefleyen seçilmiş görüntüleri içerdiği için maalesef direniş sanki bölücü bir hareketi bir teröristler toplantısıymış gibi gösteriliyor.

Dahası bugün (09.06.2013) başbakan çok talihsiz bir konuşma yaparak doğru olmadığı ispatlanmış 2 kışkırtıcı bilgiyi sanki gerçekmiş gibi olayları sadece başbakanlarının ağzından duyabilen halkla paylaştı.
Taksimde başörtülü kızlara saldırılmış!!
Camiye ayakkabılarla girilmiş, bira içilmiş!!

Halkı din hassasiyeti üzerinden karşı karşıya getirmek gibi tehlikeli bir hamleyi anlayamamam bir kenara, bir ülkenin başbakanının halka bu kadar açık bir şekilde yalan söylemesi, halkı kışkırtması suçtur.

Twitter hesaplarında paylaştıkları bazı mesajlar için gözaltına alınan vatandaşlar varken, bir başbakanın meydanlarda halkı galeyana getirecek gerçek dışı bilgilerle halkı heyecanlandırması suç değil midir?

Gezi parkında zaman zaman siyasi bir takım liderlerin ve partilerin poster ve bayrakları açılsa da bunlar hemen orada ne için bulunduğunu iyi idrak etmiş çoğunluk tarafından alandan uzaklaştırılıyor.

Büyük kısmı orada sadece vatandaş olarak bulunmayı tercih eden ve aksi bir ortamın oluşmasına sonuna kadar karşı olan bu insanlara, pkk ile omuz omuza yürüyorlar, bölücüler, dine saldırıyorlar, çapulcular, piyonlar diyerek saygısızlık etmeye kimsenin hakkı yoktur.

2 Haziran 2013 Pazar

Taksim Gezi Parkı

Günlerdir Taksim Gezi Parkı'nda oturma eylemi olarak başlayan ancak hükümetin talimatı ile polisin anlaşılamaz ve kabul edilemez bir güç gösterisi haline getirdiği eylemleri takip etmekteyiz ülke olarak.

Yaşananlardan bihaber olanları bir kenara koyuyorum onlara diyecek hiç bir şeyim yok. Çünkü belli ki bu kadar şey olurken halen bihaber kalabiliyorlarsa zaten bir şey anlamayacaklardır.

Ancak olayları bölücüler, teröristler Taksim' de toplanmış polise saldırıyorlarmış, elinizde Türk bayrakları ile polise saldırıyorsunuz, 2 tane ağaç için bu kadar şiddet fazla değil mi? gibi yorumları  inanılmaz buluyorum.

Eğer insanların biraraya geldiği yerlerden herhangi birine gitmediyseniz, en azından aşağıdaki soruları kendinize sormanızı rica ediyorum.


  1. Olaylara dair vali, emniyet müdür, ibb başkanı nerede? Sadece RTE nin konuşması neyi gösterir?
  2. İnsanların çimenlere uzanıp kitap okuduğ, müzik festivallerindeki gibi çadır kurup eğlendiği barışçıl bir eylemde, çadırların ortasına gaz bombası atılarak insanların uykuda gaza boğulması, nsanlar kaçarken çadırların toplanıp yakılmasına neden olan, polisin gördüğü büyük tehdit ne idi?
  3. Kullanımı konusunda çok ciddi kısıtlamalar ve uyarılar bulunan biber gazı gibi bir kimyasalın kabul edilemeyecek kadar yakın mesafeden (1-2 metre mesafeden bile kullanıldığı görülebiliyor) ve yere veya havaya ateş etmek şöyle dursun, doğrudan normal kurşun kullanır gibi eylemcilere "nişan" alınarak kullanılması nasıl açıklanabilir?Amaç terörist ve bölücülere müdahale etmek ise sözde, alanda bulunan otel vb. alanlardaki turist ve eyleme katılmayan diğer vatandaşların alandan boşaltılması gibi bir yöntem düşünülmeden alanda bulunan herkesin gaza boğulması nasıl bir stratejidir?
  4. Bütün bunlar olurken hiç bir televizyon kanalının konu ile ilgili altyazı dahi geçmemesi, sonrasında ise olayları bizzat yaşadıklarımızdan çok farklı bir açıdan ve taraflı olarak yayınlamaları nasıl açıklanabilir?
  5. Bütün bu olaylar olurken mobese kameralarının çalıştırılmaması, trafk kameları ve trafik yoğunluk haritalarının ulaşılamaz olması ile neyi gizlemeye çalışıyorlar?
  6. Başbakanın "Bunları Gezi Parkı2ndaki o ağaçlarda sallandıracaksın" ifadesi insanların aslında ne için bu kadar ayaklandığını açıklamaya yatmiyor mu?
  7. Direniş alanında 3G neden bozuktu? Cumartesi günü belirli bir süre TTNET ve Superonline sağlayıcılarından neden Sosyal Medya ya erişilemedi?
  8. Ortalık bu kadar kaynarken televizyona çıkıp, konuşalım birbirimizi yanlış anlıyoruz gibi ılımlı bir tavır sergilemek yerine, halkına çapulcu, terörist, faşist diye hitap etmek, ben karar verdim olacak diyerek insanları daha da fazla tepkiye yöneltmek nasıl bir yönetim stratejisidir?
  9. İnsanların sığındığı okul, klinik, vb yerlerde içeriye gaz bombası atılmaya devam edilmesi aşırıya kaçmak değil midir? Tedavi görenlere bu kadar eziyet edilir mi?
  10. Polisin korumalı kıyafetleri, gaz maskeleri ve copları varken, kot tişort giymiş gaza boğulmuş nefes alamayıp yere düşmüş bir eylemciyi tekmelerle coplarla darp etmeye devam etmesi orantısızlık değil midir? Aşırılık değil midir?
  11. Polisler sokaklardaki çöpleri temizlemezken neden attıkları gaz bombalarının kapsüllerini iş makineleri ile topladılar?
Molotof atılmadı, 1 Haziran cumartesi günü geç saatlere kadar etrafa zarar veren, yağma eden guruplar yoktu. Birden ortaya ATM leri parçalayan, insanların arasında haberci rolü ile gezinip sözde röportaj yapan sivil polisler belirdi. Polis kanıtları ortadan kaldırırken insanlar her birlikte eylem alanını temizledi, parkı güzelleştirdi. Bu yıkıcılık mıdır? Çapulculuk mudur?

Apolitik, herhangi bir partiye bağlı olmayan, sağ sol tartışmalarına gerek duymayan, demokrasi, humanizm ve çevre aşığı insanları bir araya getiren bu eylemleri bölücülerin eylemi olarak değerlendirenlere ise soruyorum: siz hiç toplumun bu kadar farklı kesimi ile yanyana saf tutabildiniz mi?

28 Mart 2013 Perşembe

Islak Mendilin Pek Konuşulmayan Faydaları

Başlığı biraz acayip bulabilirsiniz. Ancak çocuklu evlerde hiç eksik olmayan ıslak mendillerin oldukça kullanışlı olduğunu hatırlatmak istedim. Islak mendilleri kullandığım yerleri aşağıda yazmaya çalıştım. Sizin de aklınıza gelen farklı bir madde olursa lütfen paylaşın ekleyelim. Bu arada burada bahsettiğim ıslak mendiller, bebekler için kullanılmak üzere üretilmiş, alkolsüz, %100 pamuktan üretilmiş ıslak mendillerdir. Ben marka olarak genelde Huggies ve Prima Pampers kullanıyorum.



1- Toz alma: Kullan at özelliği nedeniyle, ve özellikle alerjik çocukların yaşadığı evlerde, temizlik maddesi kullanmaya gerek kalmadan çocuk odasındaki mobilyalar, pencere kenarları, kapılar vb. içim temizlik amaçlı oldukça kullanışlı oluyorlar.
Tozları çok uçurmadan rahat toplayabiliyorsunuz. Ben tüm ev için kullanıyorum. Koku ve temas ile ilgili alerji durumunuz yok ise de, isterseniz sildikten sonra ahşap cilası, vb. parlatıcılar ile bez ile tekrar geçebilirsiniz. 




2- Ocak Temizliği: En memnun olduğum kullanım alanı bu diyebilirim. Ocak ovalamak, vs. gerek kalmadan çok kolay şekilde hem de bezlerim kirlenmeden ocak ve aspiratördeki yağ ve yemek kalıntılarını alabiliyorum. Sadece 4-5 tane ıslak mendil ile bir ocak ve fırını temizleyebiliyorsunuz. Üzerinden tekrar bezle geçebilirsiniz ancak bence gerek kalmıyor. Aynı şekilde bulaşık makinesi, vb. aletlerin dış temizliğinde de ideal.





3- Sabun bezi: Tatile ya da yanınızda çok fazla eşya götürmek istemediğiniz bir yere giderken, ıslak mendilleri hem çocuğunuz hem de kendiniz için lif/sabun bezi olarak kullanabilirsiniz. %100 pamuk tan üretilmiş ıslak mendiller çok güzel köpürüyorlar. Özellikle deniz/havuz sonrası tüm tuz ve kimyasalları ciltten temizlemek için kullanımı kolay ve çocuğunuzun yadırgamayacağı bir yöntem.


27 Mart 2013 Çarşamba

Çocuklu Mekanlar Komedyası


Bazılarınız bu yazımı eleştirel, çok bilmiş ve hatta ukalaca bulabilirler. Saygı duyarım... Ancak amacım eleştirmek değil, zaten paylaşacaklarımın eleştirilecek yanı da yok maalesef. Eğrisi doğrusu gün gibi ortada. Sadece paylaşacaklarımın bana yaşattığı dehşet hislerini bazılarınızın anlayacağını ve paylaşacağını umut ediyorum... Yalnız olmadığımı bilmek istiyorum yani bir anlamda...

Haftanın 2 günü okulumuz yok henüz. Bu iki günü çoğunlukla oğlumla beraber geçiriyoruz. Havaların hafiften ısınmaya başlaması ile günü evde geçirmek anlamsızlaşınca, biz de çocuklu mekanlara doğru kaydırdık günlük programımızı. Bundan keyif almam gerekiyor aslında, oğlumla dışarı çıkmaktan, başka çocuklarla oyun kurmasını izlemekten, vs. vs. Ancak maalesef son dışarı çıkma deneyimlerimin hepsinde benim için kalp krizine teğet hislere boğuldum. Sebep? Anne olanlar bilirler, anne olduktan sonra tüm çocuklara karşı bir annelik içgüdüsü gelişiyor. Sizin olsun olmasın çocuklara karşı bir korumacılık peydah oluyor. İşte hem bu duygularla, hem de oğlumun gördükleri karşısında sorduğu sorulara cevap verememenin sıkıntısıyla oldukça stresli zamanlar geçirdim diyebilirim.

Çocuk parkımıza gittiğimiz bir gün fara tutulmuş geyik gibi kalakaldım bir kaç dakika sonra parkın ortasında. Bir film sahnesi düşünün, ortadasınız, çevrenizdeki her şey absürt bir filmin parçası gibi, alabildiğine mantıksız, komik ama trajikomik, gülemiyorsunuz...

Bir kız çocuğu kaydırakların merdivenlerine tırmanmak üzere iken, babaannesi olduğunu anladığım bir kadın tarafından "Hayır, buraya gel çiçek toplayacağız" diyerek kolundan zorla çekiştirilerek çimenlere götürülüyor. Kızcağızın yüzündeki ifade içler acısı... Parktan ayrılana kadar çocuk hiç bir oyuncağa temas edemiyor.

Bir başka kız çocuğu salıncaktan inmek istemiyor, babaannesi olduğunu söyleyen kadın tarafından "peki sen inme ben gidiyorum, sen burada tek başına kal" repliği ile çocukcağıza "terkedilme, yalnız kalma korkusu" aşılanıyor bir güzel. Oğlum soruyor bana, "aa teyze gidicek  kardeş burada mı kalacak?" Kadının yanında, siz olsanız ne cevap verirsiniz? Nasıl açıklarsınız? 

Parkta sürekli gördüğüm bir başka çocuğa takılıyor gözüm, yalnız bu çocuğu parkta hiç oyun oynarken görmüyorum, hep annesi tarafından tam bir oyuncağa binecek iken geri çekilip ağzına bir şeyler tıkıştırılırken, sürekli beslenirken görüyorum garibi. Saat yaklaşık 11.45 idi sanıyorum, annesi 1 portakal, 1 muz (normal boy!) 2 dilim bebek ekmeği yediriyor. Parktaki tüm "nineler" dudak ısırarak izliyor çocuğu, ve torunlar tembihleniyor, "bak kardeş ne güzel yiyor büyümüş, sen de böyle yemezsen küçücük kalacaksın". Bahsettiğim çocuk epey irice bir bebiş, maalesef çok sağlıklı görünen bir kilodan bahsetmiyorum. Annesi, yedirirken maşallah diyenlere, " daha şimdi eve gideceğiz, öğlen çorbamızı yiyip uyuyacağız, sonra uyanınca da meyve ve yoğurt yiyeceğiz" diye ballandıra ballandıra anlatıyor. Benim mide bir dünya oluyor tabi... Ha bu arada evde kek çırpma çörek yapma gibi şeyleri kesinlikle yapmıyormuş hanım efendi, sadece meyve yoğurt ve bebek ekmeğine izin veriyormuş. "Ben ikindide evde kek ya da sebzeli çörek yapıyorum" diyen bir anneye böyle dedikten sonra arkasını dönüp gidiyor cicim...

Bu sırada biz salıncaklara geçmişiz, 15 aylık bir bebiş anneannesi olduğunu daha önceden de bildiğim bir hanımın "oldukça!" uzaktan gözetiminde etrafta gezinirken, ani fakat önceden kestirilebilir bir deparla Alp' in salıncağının önüne atıyor kendisini. Son anda yakalayıp kaldırıyorum çocuğu, uzaktan çekirdek çıtlayarak (kabukları parkın zeminine atılıyor) anneannenin tepkisine isyanlardayım "nereye gidiyorsun gel buraya yanımda dur!" Hani vardı ya "Yasaklar" Zeki&Metin in sahne aldığı, minik minik minik kelebek, dur masumca uçmak ne demek? İşte aynen o hesap!!!


Genel olarak parkta çocukların rahat bırakıldığı, düştüğü kalktığı, yönetilmeden oynayabildiği, yahu hepsini geçtim, gerçekten oyun oynayıp enerji atabildiği bir sahne arıyor gözlerim, çok nadir yakalayabiliyorum.

Çocuk eğlence merkezinde vakit geçirdikten sonra kapıya yöneldiğimiz alışveriş merkezinde önümüzdeki küçük bir kız -5 yaşlarında sanırım- düşüyor yere, ve beklendiği gibi "anneee" diye ağlamaya başlıyor. Elini uzatmak bir yana dursun, anne hanım "dediğim gibi elimi tutmadın düşünce de ağlamaya hakkın yok!" diyerek reddediyor kızı. Anne desteği, sevgisi koşulsuz değil mi? Ben mi yanlış biliyorum? "Dediğimi yapmazsan seni sevmem, yanında olmam" bu mu çocuklarımıza öğretmek istediğimiz? "İşte bu nedenden elimi tutmanı istemiştim, düşme diye" diyemez miydi? Arabaya ulaşana kadar kızcağızın teselli edilmeyen ağlamasını içim acıyarak dinledim.

Alp ile ilgili yaşadığımız ilginç dönemlerde, diğer anne-babaların tercübelerini almak amacıyla forumları gezdiğimizde, okuduğumuz bazı mesajlar insanın kanını donduran cinsten. Zavallı eşim bir hata edip tuvalet eğitimi konusunda arama motorlarından ulaştığı bazı kadın forumlarında bazı annelerin mesajlarını okumuş; çok azarlayarak eğittim, tehdit ediyorum, bak altını temizlemem diye korkutuyorum işe yarıyor şeklinde mesajları okuduktan sonra dehşetle bana anlatmıştı. 

Bir de siz ne kadar dikkatli olursanız olsun, sizin yerinize çocuğunuza bunları uygulayanlar var. "Bak anne bir daha getirmez seni buraya!" ya da "Aa bak yoksa hasta olursun, doktora götürürler iğne vururlar sana!" gibi tam anlamıyla dış kapının dış mandallarının bir anda çocuğa sarfediverdiği bu laflar, takiben sizin sakin bir ortamda çocuğun bu sözleri kayıtlardan çıkarması için döktüğünüz diller...

Çocuk istismarı konusu çok hassas bir konu, özellikle anneler için. İstismar deyince akla sadece fiziksel veya cinsel istismar geliyor çoğunlukla, ancak duygusal istismar diye de bir  türü olduğunu hatırlamak lazım.



Duygusal istismar 

Çocuğun psikolojik olarak sözel yolla istismar edilmesidir. Azarlama, hakaret etme, küçümseme, tehdit etme, suçlama, çocuğa küsmeyokmuş gibi davranma, çocukla alay etme duygusal istismarlardan bazılarıdır.İstismar tiplerinden biri tek başına olabileceği gibi birden fazlası aynı çocukta var olabilir.Özellikle duygusal istismar hemen hemen her zaman diğer istismar tipleriyle beraberdir.

Yani ne kadar masum amaçlar ile de yapsanız, tehdit, korkutma, vb. istismardır. İleride çocuklarımızın daha çok küçük yaşlarda telkin edilmiş korkularla yaşamalarını istemiyorsak, onlarla iletişim kurarken kullandığımız yöntemleri tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor.